GRİ.
Kömür kazanlarından gökyüzüne, her yer gri.
İçim dışım gri. Genzim dumanın acı tadından yangın, ellerim
soğuktan çatlamış.
Yüzüm ayaz yeri. Yaşıyorum. Yemek yiyorum, nefes alıyorum
ama ne yediklerim hatırımda ne de soluduğum günler. Gri. İçim dışım gri.
Her gün ölüyor insanlar. Ölüm de yaşam gibi kabulüm oysaki
ama bu başka türlü bir yitiş. Patlayan bombalar, canice vurularak katledilen
masum insanlar. Tecavüze uğrayan çocuklar, kontrolsüz “SEVGİ” den ölen kadınlar.
Hayalleri, hayatları elinden alınan, gözü yaşlı bebekler. Henüz 20’li
yaşlarının başında, hayatlarının baharında “ŞEHİT” ilan edilen delikanlılar.
GRİ.
Dünya kocaman, küçücük bir gezegen değil mi ki sadece?
Üstelik de ölüm kaçınılmaz son! İşte biz bu gerçeği unutup o
gezegeni yüzyıllardır parsellemeye çalışıyoruz. Bu vahşi sınırlamalarla
parçaladığımız gezegende, kendi kendimize şu veya bu sebeple çizdiğimiz
sınırlar yetiyor mu peki? Asla!
Tüketiyoruz.
Toprağı, suyu, havayı, hayvanı, insanı... Önümüze gelen her
şeyi, herkesi her canlıyı hiç durmadan tüketiyoruz. Bu gezegeni paylaştığımız
canlı cansız hiçbir şeye saygımız yok.
Maazallah bu tüketim iştahımızı kaybederiz diye bize her
türlü motivasyon desteğini sağlaması için yarattığımız düzenin kurşun askerleri, ensemizdeki uzun dişlerini daha da derine batırıyorlar, tükeniyoruz. Öyle ki ne
kadar çok tüketirsek bir o kadar hızla tükeniyoruz.
Artık kanımız da GRİ.
Dünya üzerinde habis bir kanser hücresi gibi yayıldıkça, her
şeyi kurutuyoruz. Bahanelerimiz var ve fakat hepsi de öyle yoktan,
zavallı, dayanaksız, kemiksiz, önemsiz ki, düşündükçe midem bulanıyor. GRİ.
Aynı gezegenin vatandaşlarıyız oysa. Temsilci adı altında
görev yapan gezegenin devlet yetkilileri ne işe yarıyorlar?
Hangi din öldürmeyi, yok etmeyi emrediyor?
Tüketimin dini!
Böylelikle yarışlar başlıyor. Hangi Devlet
daha zengin, daha gelişmiş, daha, daha daha..... GRİ.
Böylece Devletler bu yarışta öne geçmenin yolunu tehlike
yaratma ve buna karşılık savunma satmak olarak düzenliyorlar. GRİ.
Arz talep! Beni en başta yine sen tehdit etmezsen, savunmana
da ihtiyacım olmayacak! İnsanı insandan, yine insan yardımıyla korumak mümkün
mü?
Halbuki tüm bunlar olurken, gezegenin yanan, yıkılan, yok
olan, kirlenen, kesilen, sökülen, yağmalanan her bir zerresi, tüm dinlerde
yaratıcımızın bize hediyesi değil mi?
Bahanelerin hepsi GRİ.
İşte böylece bir nesil dinden soğuyor. Tüm dinlerden.
Böylece bir nesil daha da tüketerek var olabileceğini zannediyor. Giymeye zaman
bulamayacağı kadar çok kıyafet alıyor. Yiyemeyeceği kadar çok yemeye çalışıyor.
Duyarsızlaşıyor, nasırlaşıyor kalpler. Bu etkilerden hasbelkader kendini
korumayı başaranlar da sonunda yaşama isteğini yitiriyor. Kalabalıklar içinde
yalnızlaşıp umudunu kaybediyor; ya da çareyi bir o kadar sapkınca ŞUcu BUcu
olmakta buluyor. (Fetöcü, dinci, özgürlükçü...vs.)
Sonra gelsin bu güzide Şucu ya da BUcu’lardan bahaneler. Böylelikle uyuşuyoruz, ucundan dahi olsa alet oluveriyoruz onlarca insanın ölümüne; ve en
kötüsü de ellerimize bulaşan kanı dahi göremiyoruz. Çünkü tenlerimizin rengi de
yüreklerimizin rengini alıyor yavaş yavaş, kanımız gibi GRİ.
Keşke gezegende yaşayan tüm insanları bu derin tüketme algısından çıkaracak, adeta hipnozlarından uyandıracak bir gücüm olsaydı. Maalesef böyle bir yetim yok. Yine de bir yol var! O da uzun zaman önce unuttuğumuz, gezegendeki herkeste olan bir şeyi hatırlamak! Milyonlarca ortak özelliğimizin
içinden sadece en mühim olanını hatırlamak!
Çocukluğumuzu!
Ama mutlu, ama mutsuz geçen çocukluğumuzu...
Ve her çocuk gibi başta, yeterince kötülüğe maruz kalmadan
hemen önce, yüreklerimizde var olan o sonsuz SEVGİ’yi hatırlamak. Gülümsemek için yanıp
tutuştuğumuz, olmadık şeylere sevinip, büyüklerin göremediği her şeyi
gördüğümüz...
Her şeyi olduğu gibi, çocuklarımızı da biz kirlettik. Öyle
ki şairin dediği gibi, “Biz büyüdük ve kirlendi dünya”.
GRİ.
Yeni Yıldan sadece 1 dileğim var. Onu da, gezegeni paylaştığımız
tüm canlıların içinde sadece İnsan ırkı için diliyorum; yürekleriniz ağzına
kadar SEVGİ dolsun! Çocukça, saf, tazecik SEVGİ.
Rengi hep
Gökkuşağı...
NOT: “SEVGİ”
Sevgi’nin tanımını yapmak istiyorum. Normal şartlarda böyle
bir işe kalkışmazdım fakat bence bu kelimenin de bir çokları gibi içi
boşaltıldı. Kelimelerin bile anlamını kurttuk. Hasılı, gerek duyduğumdandır,
açıklama isteğim.
Ön yargısız, koşulsuz, kimseyi yargılamadan sevmek.
Kendimizde var olan, beğenmediğimiz her şeyi sevmek. Annemizi, babamızı,
ablamızı ağabeyimizi, akrabalarımızı affetmek. Bugünden itibaren kötü olan her
şeyi sadece ibret almak, yeniden aynı hatalara düşmemek için hatırlamak.
Kalbimizi dağlayan acılarını, yıkıntılarını unutmak. Kin tutmamak. Bize bahane
edilen (DİL, DİN, IRK, RENK, CİNSİYET) gibi tüm gerekçeleri görmeksizin herkesi
İNSAN olduğu için sadece sevmek. Korkularımızla yüzleşmek. Neden? Neden
korkuyoruz? Bu soruya samimice verilen cevaplardan korkmamak. Hayatı ve içinde
yaşama hakkı olan her şeyi sorgulamadan sevmek. Tıpkı çocukluğumuzda olduğu
gibi...
Hiçbir çocuk kediden ya da köpekten korkarak doğmaz. Hiçbir
çocuk dil, din, ırk nedir bilmez. Hangi dine mensup olursa olsun çocuklar bir
araya geldiğinde oyun oynar.
Birlikte kalırlar, çünkü BİRLİKTE olmak güzeldir.