Herkes köyüne dönebilse yada kendine bir köy edinebilse keşke. Burada da hayat zorlu ama aynı anda öylesine renkli ve huzur dolu ki...
Ben sonradan kendine bir köy edinebilmişlerdenim. Denizin kıyısında, doğduğum kentin yamacında, adını deniziyle haketmiş Balıklıova'dayım.
Kışı da yazı da ayrı güzel bu köyün. Rutubetli soğuğuna birebir, çıtır çıtır yanan odun ateşi ve onun sıcağına inat, tam karşımda alabildiğine uzanan denizin durgun ve serin suları...
Üzerinde henüz 3 tane limonu olan minik ağacım, çürümek üzere olan ahşap kapının yanındaki palmiye, bahçede dolanıp kıymetli atıklarını nereye bırakacağına karar veremeyen Maya, ve üç bacağıyla trajik geçmişine inat, eve çıkan kırk basamağı günde en az on kere arşınlayan Lucky.
Ezelden beri birbirine düşman ilan edilmiş bu iki cins bile burada bir anlaşma imzalamış gibi... Birbirlerinin alanlarına saygıda kusur etmeden miyavlayıp, havlıyorlar dağa taşa yada uçan kuşa.
Her köyün ayrıdır lisanı. Mesala egede dolama bağlıyor erkekleri bile başlarına ama her köyün rengi farklı. Kadınları hep tombul, al yanaklı. Çocukları da futbola pek meraklı. Bizim köy neredeyse hepten Galatasaraylı. Mevsime göre değişen balık, enginar bakla ve hurma zeytin vazgeçilmezler. En sevdikleri meze fava ve içki ise bira.
Ekmek fırınları dillere destan, kurabiyeleri çok ama çok tatlı. Genci yaşlısı tiyatro oyuncusu. Kendi festivallerinde ziyaretçilerini köy meydanına dizip rol kesiyorlar. Bir de güzel beceriyorlar ki sormayın gitsin.
Sokak köpekleri pek hovarda, gözleri hep dışarda.
Birkaç gün için bile olsa kentin uğultusundan ve sürekli bir yerlere yetişme telaşından kurtulduğum, saklandığım, sığındığım bu köy, benim hayatımı kurtardı diyebilirim. Dilerim herkesin benim gibi bir köyü olur, cismen ya da fikren kaçmayı başardığı.