2 Ocak 2017 Pazartesi

GRİ.
Kömür kazanlarından gökyüzüne, her yer gri.
İçim dışım gri. Genzim dumanın acı tadından yangın, ellerim soğuktan çatlamış.
Yüzüm ayaz yeri. Yaşıyorum. Yemek yiyorum, nefes alıyorum ama ne yediklerim hatırımda ne de soluduğum günler. Gri. İçim dışım gri.

Her gün ölüyor insanlar. Ölüm de yaşam gibi kabulüm oysaki ama bu başka türlü bir yitiş. Patlayan bombalar, canice vurularak katledilen masum insanlar. Tecavüze uğrayan çocuklar, kontrolsüz “SEVGİ” den ölen kadınlar. Hayalleri, hayatları elinden alınan, gözü yaşlı bebekler. Henüz 20’li yaşlarının başında, hayatlarının baharında “ŞEHİT” ilan edilen delikanlılar.
GRİ.

Dünya kocaman, küçücük bir gezegen değil mi ki sadece?
Üstelik de ölüm kaçınılmaz son! İşte biz bu gerçeği unutup o gezegeni yüzyıllardır parsellemeye çalışıyoruz. Bu vahşi sınırlamalarla parçaladığımız gezegende, kendi kendimize şu veya bu sebeple çizdiğimiz sınırlar yetiyor mu peki? Asla!

Tüketiyoruz.
Toprağı, suyu, havayı, hayvanı, insanı... Önümüze gelen her şeyi, herkesi her canlıyı hiç durmadan tüketiyoruz. Bu gezegeni paylaştığımız canlı cansız hiçbir şeye saygımız yok.
Maazallah bu tüketim iştahımızı kaybederiz diye bize her türlü motivasyon desteğini sağlaması için yarattığımız düzenin kurşun askerleri, ensemizdeki uzun dişlerini daha da derine batırıyorlar, tükeniyoruz. Öyle ki ne kadar çok tüketirsek bir o kadar hızla tükeniyoruz.
Artık kanımız da GRİ.

Dünya üzerinde habis bir kanser hücresi gibi yayıldıkça, her şeyi kurutuyoruz. Bahanelerimiz var ve fakat hepsi de öyle  yoktan, zavallı, dayanaksız, kemiksiz, önemsiz ki, düşündükçe midem bulanıyor. GRİ.

Aynı gezegenin vatandaşlarıyız oysa. Temsilci adı altında görev yapan gezegenin devlet yetkilileri ne işe yarıyorlar?
Hangi din öldürmeyi, yok etmeyi emrediyor?
Tüketimin dini! 

Böylelikle yarışlar başlıyor. Hangi Devlet daha zengin, daha gelişmiş, daha, daha daha..... GRİ.
Böylece Devletler bu yarışta öne geçmenin yolunu tehlike yaratma ve buna karşılık savunma satmak olarak düzenliyorlar. GRİ.
Arz talep! Beni en başta yine sen tehdit etmezsen, savunmana da ihtiyacım olmayacak! İnsanı insandan, yine insan yardımıyla korumak mümkün mü?

Halbuki tüm bunlar olurken, gezegenin yanan, yıkılan, yok olan, kirlenen, kesilen, sökülen, yağmalanan her bir zerresi, tüm dinlerde yaratıcımızın bize hediyesi değil mi?

Bahanelerin hepsi GRİ.

İşte böylece bir nesil dinden soğuyor. Tüm dinlerden. Böylece bir nesil daha da tüketerek var olabileceğini zannediyor. Giymeye zaman bulamayacağı kadar çok kıyafet alıyor. Yiyemeyeceği kadar çok yemeye çalışıyor. Duyarsızlaşıyor, nasırlaşıyor kalpler. Bu etkilerden hasbelkader kendini korumayı başaranlar da sonunda yaşama isteğini yitiriyor. Kalabalıklar içinde yalnızlaşıp umudunu kaybediyor; ya da çareyi bir o kadar sapkınca ŞUcu BUcu olmakta buluyor. (Fetöcü, dinci, özgürlükçü...vs.)
Sonra gelsin bu güzide Şucu ya da BUcu’lardan  bahaneler. Böylelikle uyuşuyoruz, ucundan dahi olsa alet oluveriyoruz onlarca insanın ölümüne; ve en kötüsü de ellerimize bulaşan kanı dahi göremiyoruz. Çünkü tenlerimizin rengi de yüreklerimizin rengini alıyor yavaş yavaş, kanımız gibi GRİ.

Keşke gezegende yaşayan tüm insanları bu derin tüketme algısından çıkaracak, adeta hipnozlarından uyandıracak bir gücüm olsaydı. Maalesef böyle bir yetim yok. Yine de bir yol var! O da uzun zaman önce unuttuğumuz, gezegendeki herkeste olan bir şeyi hatırlamak! Milyonlarca ortak özelliğimizin içinden sadece en mühim olanını hatırlamak!
Çocukluğumuzu!
Ama mutlu, ama mutsuz geçen çocukluğumuzu...
Ve her çocuk gibi başta, yeterince kötülüğe maruz kalmadan hemen önce, yüreklerimizde var olan o sonsuz SEVGİ’yi hatırlamak. Gülümsemek için yanıp tutuştuğumuz, olmadık şeylere sevinip, büyüklerin göremediği her şeyi gördüğümüz...


Her şeyi olduğu gibi, çocuklarımızı da biz kirlettik. Öyle ki şairin dediği gibi, “Biz büyüdük ve kirlendi dünya”.
GRİ.

Yeni Yıldan sadece 1 dileğim var. Onu da, gezegeni paylaştığımız tüm canlıların içinde sadece İnsan ırkı için diliyorum; yürekleriniz ağzına kadar SEVGİ dolsun! Çocukça, saf, tazecik SEVGİ.
Rengi  hep Gökkuşağı...

NOT: “SEVGİ”
Sevgi’nin tanımını yapmak istiyorum. Normal şartlarda böyle bir işe kalkışmazdım fakat bence bu kelimenin de bir çokları gibi içi boşaltıldı. Kelimelerin bile anlamını kurttuk. Hasılı, gerek duyduğumdandır, açıklama isteğim.

Ön yargısız, koşulsuz, kimseyi yargılamadan sevmek. Kendimizde var olan, beğenmediğimiz her şeyi sevmek. Annemizi, babamızı, ablamızı ağabeyimizi, akrabalarımızı affetmek. Bugünden itibaren kötü olan her şeyi sadece ibret almak, yeniden aynı hatalara düşmemek için hatırlamak. Kalbimizi dağlayan acılarını, yıkıntılarını unutmak. Kin tutmamak. Bize bahane edilen (DİL, DİN, IRK, RENK, CİNSİYET) gibi tüm gerekçeleri görmeksizin herkesi İNSAN olduğu için sadece sevmek. Korkularımızla yüzleşmek. Neden? Neden korkuyoruz? Bu soruya samimice verilen cevaplardan korkmamak. Hayatı ve içinde yaşama hakkı olan her şeyi sorgulamadan sevmek. Tıpkı çocukluğumuzda olduğu gibi...

Hiçbir çocuk kediden ya da köpekten korkarak doğmaz. Hiçbir çocuk dil, din, ırk nedir bilmez. Hangi dine mensup olursa olsun çocuklar bir araya geldiğinde oyun oynar.

Birlikte kalırlar, çünkü BİRLİKTE olmak güzeldir.